Son aylarda ülkemizde meydana gelen ve artış gösteren terör eylemleri, çevre ülkelerde uzun süredir devam eden siyasi istikrarsızlıklar, toplumsal sıkıntılar ve iç savaş durumuna gelen gelişmeler, küresel anlamda tekrar başlayan ekonomik daralma ve sıkıntılar gündelik hayatımızın içine o kadar derinlemesine girdi ki, artık umutsuz bir ruh hali ile geleceğe dair umutlarımızı kaybettiğimizi ve var olan olumlu şeyleri de göremez hale geldiğimizi düşünüyorum.
Millet olarak, iş dünyası olarak bu karamsar ruh halinden sıyrılmamız gerekiyor. Asla “Polyannacılık” oynamaktan ve yalandan pembe tablolar çizmekten bahsetmiyorum. Ancak, umudunu yitiren bir milletin her şeyini yitireceğini iyi biliyorum. Bizlerin işi ağlamak değil gayret göstermek ve çözüm bulmak. Var olanı kabullenerek bir yere varamayız. Olguları değiştiremeyebiliriz ama kendimizi değiştirebiliriz. Yani, sürekli olumsuz haberlerin bizi sürüklemesine ve yönlendirmesine izin vermek yerine, kendi içimize dönerek eksiklerimizi gidermeye çalışmalıyız. Gerek bireysel, gerekse firmalarımız ve kurumlarımız temelinde her açıdan bir reforma, yenilenmeye gitmeliyiz. Dışımızda gelişen olaylar buna engel olmamalı ve ötelememelidir. Mikro anlamda, firmalar olarak kurumsallaşma anlamında eksiklerimizi gidermeliyiz, çalışanlarımızın eğitimlerine önem vermeliyiz, üretim anlamında yenilikçi ve ar-ge temelli bir yaklaşımı merkeze almalıyız, sürekli yeni pazarlara açılmalı ve sürekli 7 kıtada pazarlar aramalıyız. Öte yandan, makro temelde baktığımızda, ekonomik reformları, yapısal reformları acilen gerçekleştirmeliyiz. Makro ve mikro reform ve gelişmeler birbirine paralel olduğunda işte o zaman bu reformlar etkili olur. Aksi takdirde iki atın çektiği bir arabada bir at zayıf kalırsa o araba ya devrilir ya da arzu edilen yere gitmez.
Girişimci sayımızı arttırmadan zenginleşemeyiz
Yazımın girişinde umutsuz tablolardan biraz sıyrılmaktan bahsetmiştim. Bu manzara içinde nasıl sıyrılacağız bu karamsar tablodan diyebilirsiniz. İşte bunlardan birincisi biraz önce saydığım şeyleri yaparak kendi içimize dönmek ve geleceğe hazırlanmaktık; çünkü, hiçbir kriz sonsuza kadar sürmez. İkincisi ise olumlu gelişmeleri daha çok gündeme getirmek elbette… Evet, büyük sıkıntılarımız var ancak bu kadar sıkıntı içinde yine de insanımız ekonomiye güveniyor ve girişimci olmayı tercih ediyor, firmalar kuruyor. Bu ülke ekonomimiz adına olağanüstü önemli bir konudur. Türkiye genelinde Ağustos ayında kurulan şirket sayısı geçen yılın aynı ayına göre yaklaşık % 6 artmış. Yine aynı dönemde kapanan şirket sayısında ise %15 azalmış. Dönemsel baktığımızda 2015 yılının ilk sekiz ayında ülke genelinde açılan şirket sayısı 2014 yılının ilk sekiz ayına göre yaklaşık % 18 artmış görünüyor. Ekonomisi üretime ve ihracata dayanan bir ülke için girişimci sayımızın artması hayati bir konudur. Mersin özelinde 2015 yılının ilk sekiz aylık verilerine baktığımızda, Mersin, 1539 şirket kuruluşu ile İstanbul, Ankara, İzmir, Antalya ve Bursa’nın ardından Türkiye’de en çok şirket açan altıncı il oldu. Elbette kapanan şirketlerde var ama her yeni firma yeni heyecan, yeni bir umuttur, taze kandır. Yeni kurulan bir firma, görüntüde sayısal bir istatistikten ibaret olan ve işlemeyen on firmanın kapanmasından önemlidir ve etkilidir. Bir asra yaklaşan Cumhuriyet tarihimiz boyunca 1 milyon 500 bin girişimci yaratabilmişiz. Ekonomimiz adına bu rakam yeterli değil. Ekonomisi KOBİ’lere dayan bir ülke olarak bu rakam iki katı olduğunda işte o zaman refahtan, zenginlikten, adil paylaşım ve sosyal adaletten bahsedebiliriz. Hele hele bu zenginliği ülkenin 7 bölgesine, yeni ekonomi bölgeleri ile yayabilir ve tüm zenginliği ve yatırımları Marmara Bölgesinden Anadolu’ya yayabilirsek işte o zaman eşitlik ve gerçek sosyal adaletten bahsedebiliriz. İnanın işte o zaman bu gün canımızı acıtan terör zemin bulamaz, dağa götürecek insan bulamaz. İşte o zaman insanlar bu ülkenin daha çok parçası olur. Tüm bunları doğru ve çağa yakışan, bilimsel bir eğitimle, gençlerine değerler sistemi veren bir eğitimle, insanına güven veren bir adalet sistemi ile bütünleştirdiğinizde ise işte o zaman büyük devlet ve küresel bir güç oluruz. Aksi halde zayıf ve kırılgan bir ekonomiyle, istikrarı yakalamayı ve koalisyon gibi birkaç ortak hedef altında birleşmeyi beceremeyen, komşularındaki en basit bir sıkıntıdan etkilenen, gerçek gücünü kendini geliştirmek için değil de kendini yok etmek için kullanan, tek zenginliği olan insan kaynağını heba eden, muasır ülkeler ve medeniyetler hedefinden ayrılan bir Orta–Doğu ülkesi oluruz.
Potansiyeller kullanılmazsa bir değeri yoktur
Ülkemizin bunu yapacak potansiyel gücü vardır ama bunu kullanmak gerekir. Bir iş adamımız yazdığı bir kitapta şunu söylüyordu: “ Potansiyel, bir köy susuzluktan kırılırken oradan akan deredir”… Evet, ülke olarak zenginlikler içindeyiz. Ancak bu potansiyeli kullanmazsak ekonomik olarak dereler, ırmaklar yanımızdan akarken bizler susuzluktan kırılırız. “Karanlığa kızma, bir mumu da sen yak” misali, önce kendi içimize döneceğiz. Başkalarına kızmadan önce kendimizin eksiklerini gidereceğiz. Gerek bireysel, gerek firmalarımız, kurumlarımız gerekse makro düzeyde, gerçekler ışığında ve bilimsel temelli bir reform dalgası oluşturacağız. Eğitimde, adalette, demokraside, evrensel değerlerde, mikro ve makro ölçekli ekonomimizde, ticaret kanunlarımızda ve uygulamalarımızda sıradanlıktan kurtulmak zorundayız. Bize ne PKK zarar verebilir ne Suriye’deki olumsuz gelişmeler... Bizi ne küresel güçler engelleyebilir ne de ekonomisi güçlü rakiplerimiz… Bizim bizden başka rakibimizin olmadığını anlamalı ve kendimizi düzeltirsek aslında her şeyin düzeleceğini bilmeliyiz. Ekonomimizin ilacı dışarıdan alacağımız krediler veya borçlar değildir; ekonomimizin ilacı girişimcilerimizin çabası, gayreti ve girişimci ruhudur. Devletin özel sektöre daha çok kulak vermesidir. Bölünmez bütünlüğümüzün ilacı başkalarının reform beklentisi veya dayatması değildir; kendimizden, özümüzden kaynaklanan adaletin, şefkatin, anlayışın ve evrensel değerlere saygının tesisidir. Güvenli bir ortamda, eğitimi ülkenin her bir köşesine götürmektir. Demokrasimizin ve Cumhuriyetimizin ilacı adaletin ismi gibi adil olması, kişiden kişiye, hükümetlerden hükümetlere değişmemesidir.
Biz bu mucizeyi bir kez başardık. Hadi bir kez daha iş başına…
Unutmayın, siz değişmeden şikayet ettiğiniz hiçbir şey değişmeyecektir.
Şerafettin AŞUT
Mersin Ticaret ve Sanayi Odası
Yönetim Kurulu Başkanı