Dünya 21’inci yüzyılın başında yaşadığı 2008-09 küresel finans krizi ile yeni bir doğumun temellerini attı. Hala bu krizin etkilerini atlatabildiğimiz söylenemez. Küresel ticaret hacmi rakamsal olarak daha yeni yeni kriz öncesi dönemi yakalayabildi.
Türkiye olarak kriz öncesi ihracat rakamlarını daha yeni geçmeye başladık. Çin ekonomisi küçüldü, ABD küçüldü, AB zaten uzun süredir kemer sıkma politikası uyguluyor. Bu kısır döngünün ilk düğümünü ABD ve AB arasında imzalanması beklenen “Transatlantik Serbest Ticaret Analaşması” çözmek üzere. Basit bir anlaşmadan değil, küresel ticaretin yarısından fazlasının döndüğü iki pazarın iş birliğinden bahsediyoruz. Bu dışlanmanın bedelini acaba hesap edebiliyor muyuz, hazırlık yapıyor muyuz? Yani, ABD ve AB sıkıntılarını kendi arasındaki bu iş birliği ile çözme yoluna gidecek gibi görünüyor. Yanlarına Asya pazarında Hindistan’ı Çin’e karşı stratejik ortak gibi kullanacağa benziyorlar. Üreten bir ABD, üreten bir AB, üreten bir Hindistan ve Çin… Peki bu üretimlerin pazarı neresi? Özellikle Arap yarım adası ve Orta Doğu alıcı anlamında en önemli iki bölge. Enerji kaynakları burada; yani sıcak para burada. Ve bu büyük pazarda iki tür ülke grubu var. Savaşlar, sosyal ve siyasal sıkıntılar arasında boğuşanlar. Diğer tarafta ise refah içinde yüzenler. Ancak, ister savaşlar içinde boğulsun, isterse refah içinde yüzsün bu iki pazarın ortak bir noktası var; her ikisinde de üretim yok, her ikisi de ithalata bağımlı bölgeler. Bu da büyük ülkelerin iştahını kabartıyor. Ancak, ABD ve AB bölgeye uzak. Çin bölgede etkin olmaya çalışıyor. Ancak, uzaklık ve maliyetler bir sıkıntı. Bu anlamda hem Asya’nın, hem de ABD ve AB’nin bu pazara yakın, siyasi istikrarında sorun olmayan, üretim gücü olan, vasıflı insan kaynağına sahip, lojistik kapasitesi güçlü, dış ticareti bilen, bölgeyi iyi tanıyan bir üretim yerine ihtiyacı var. Özellikle alt yapı işlerinde tecrübesi olan, makine-metal sanayinde tecrübeli, daha da önemlisi bu ülkelerin en çok ihtiyaç duyduğu tarım-gıda ürünlerini kaliteli bir şekilde üretebilen bir bölge… İşte bu noktada ortaya çıkan tek bir alternatif var; o da Türkiye… Türkiye’de ise bu kriterlere uyan tek bir bölge var Mersin ve Çukurova Bölgesi. Bu anlamda Türkiye’nin yeni Marmara’sı gözü ile bakılan ve içine Gaziantep, Kayseri, Konya hinterlandını da alan; Mersin, Adana, Hatay, Kahramanmaraş, Osmaniye’yi alan Doğu Akdeniz Bölgesi.
Türkiye ekonomisinin yeni Marmara bölgelerine ihtiyacı var
Marmara’ya sıkışan Türkiye ekonomisinin o bölgede yapacağı bir şey kalmamıştır. Yeni ekonomi bölgeleri oluşturmak, yeni ekonomi bölgelerinin önünü açmak artık bir zorunluluktur. Bahsettiğimiz zengin pazarlar bölgemizin tarım- gıdasına mahkumdur ancak bizim bu kolay bozulan ürünleri bu pazarlara hızlı bir şekilde gönderecek havaalanımız ne yazık ki tamamlanmayı bekliyor. Sadece Çukurova Uluslararası Bölgesel Havalimanı’nın eksikliği bile ülkemize milyar dolarlar kaybettirmektedir. Arap yarım adası ve körfez ülkeleri ve Orta Doğu’nun gözü bölgemizdedir. Mersin refah içinde yüzen bu pazarın sağlık, eğitim ve yazlık turizmi merkezi olabilir. Sadece Mersin değil, bölgesel bir planlama ile Doğu Akdeniz Bölgesi bütüncül bir network ile bu pastadan pay alabilir. Ancak, öncelikle Mersin ve bölgesi bu havalimanına kavuşmak zorundadır. Tasarlanan havalimanı Türkiye’nin sayılı kargo kapasiteli havalimanlarından biri olacaktı. Bu kayıpların Mersin’e, bölgeye ve ülkeye olan zararı rakamlarla ifade edilemez. Üzüntümüz o ki, fizik boşluk tanımaz. Bizim geciktiğimiz her alan bir şekilde başka ülkeler tarafından doldurulacaktır. Dünyanın yeni konjonktürü yeni fırsatlar yaratmaktadır. ABD ve AB, hatta gelişmiş Asya ülkeleri bile tek başına bu pazarda bir şey yapamazlar. Türkiye bu ülkelerin artan şekilde stratejik ortağı haline gelmektedir. Bu pazarlara tarım-gıda ürünü satmak isteyenler Mersin tarım-gıda firmaları ile çalışmak zorunda kalacaklar; bu pazarlara sanayi üretimi yapmak isteyenler Mersin ve bölgenin sanayicisi ile çalışmak zorunda kalacaklar, belki de firmalarımıza ortak olmak isteyecekler.
Asya’nın, AB ve ABD’nin gözü Mersin’de
Son aylarda Mersin Ticaret ve Sanayi Odamızı ziyaret eden ülkelerin profiline ve taleplerine baktığımızda bunu açıkça görüyoruz. Son zamanlarda Körfez ülkelerinin neredeyse tamamını konuk ettik. Yatırım yapacak yer arıyorlar. Hem her şeyi almak istiyorlar çünkü hiçbir alanda üretimleri yok, sadece ithalata bağımlılar, hem de turizmden, sağlığa, inşaattan tarım gıdaya kadar yatırım yapmak istiyorlar. Çünkü, biliyorlar ki, bu bölgede Türkiye siyasi ve ekonomik istikrarı ile, kaliteli özel sektörü ile, tarım, gıda, turizm ve sanayi potansiyelleri ile tek ülke. Ve yine iyi biliyorlar ki, Türkiye’nin kendilerine en yakın giriş noktası Mersin’dir. Öte yandan MTSO’yu ziyaret eden ülkeler içinde özellikle Güney Kore’den bahsetmek isterim. Geçtiğimiz hafta Güney Kore Büyükelçisi Odamıza ciddi bir ziyarette bulundu. Mersin’e yatırım yapmak istediklerini ifade etti. Kısa sürede İstanbul’da 100 Güney Kore firmasını Mersin firmaları ile buluşturacağız. Onlara Mersin tanıtımı yapacağız. İçlerinden elediğimiz Güney Kore firmalarını ikinci adımda Mersin’de misafir edeceğiz. Bu arada ABD ve AB elçileri ve firmaları sürekli kapımızdalar. Çünkü, bu pazarlara girebilmek için bir aracıya ihtiyaçları var. Yakında Mersin’in bir yatırım talebi fırtınası ile karşı karşıya kalacağını öngörebiliriz. Yeter ki biz bunlara hazır olalım. Firmalarımız kurumsallaşmalarını tamamlamalıdırlar. Markalaşmalarını tamamlamalıdırlar. İnsan kaynaklarını daha donanımlı hale getirmelidirler. Bu yapılırsa küresel firmaların önüne daha güçlü çıkılır. Onların taşeronu değil, ortağı olmalıyız. Ürün ve üretim kalitemize dikkat etmeli ve Mersin’in imajını sarsmamalıyız. Bu ülkelerin hamallığını yapmamalıyız. Bunlar bizim üstümüze düşen görevler. Ancak, bunun kadar önemli olan diğer husus ise özellikle ulaşım ile ilgili kamu yatırımlarının daha fazla geciktirilmemesidir.
Kamu yatırımları bir cezaya dönüşmemelidir
Mersin kamu yatırımı alıyor gibi görünüyor ama tamamlanmayan kamu yatırımları sanki bir cezaya dönüşüyor. Mersin ve bölgesi çok fazla bir şey beklemiyor. Sadece Çukurova Uluslararası Bölgesel Havalimanı’nın tamamlanması yükselen pazarlara olan katma değerli taze sebze ve meyvenin ihracatını arttıracak ve kolaylaştıracak, süs bitkileri gibi yeni sektörlerin hızlanmasını sağlayacak, turizm yatırımcılarını anında tetikleyecek ve Mersin bölgesel olarak küresel anlamda ulaşılabilir bir kent olacaktır. İstanbul ve Ankara’ya bir hızlı tren ile bağlanması; Antalya’ya ve Ege’ye ulaşmamızı sağlayacak olan Akdeniz sahil yolunun tamamlanması Türkiye’ye ekonomik büyüklük olarak bir Marmara daha ekleyecektir. Türkiye’nin bir Marmara’ya daha sahip olması, ihracatın doğrudan iki katına çıkması demektir, istihdamın iki katına çıkması demektir, ülkenin vergi gelirlerinin ve buna bağlı kamu hizmetlerinin iki kat artması demektir. Bu kadar basit birkaç ulaşım projesi bu kadar büyük bir katma değer yaratıyorsa bunu bekletmek veya önemsememek kime ne kazandırır?
Bizim artık her sektördeki üretim ve hizmette yüksek teknolojiyi, ar-ge’yi, yenilikçiliği, patentleşmeyi konuşmamız gerekirken; bizim markalaşmada, kurumsallaşmada, pazarlamada, insan kaynağımızın 21’inci yüzyıla göre eğitilmesini konuşmamız gerekirken, biz bu yüzyılda hala basit bir yolun veya havalimanının tamamlanmasını konuşmak ve talep etmek zorunda kalıyoruz. Biz sadece şu sorunun cevabını bekliyoruz. Kazanan kim, kaybeden kim?