15 Temmuz gecesi yaşadığımız acı hadiseler gösterdi ki, tüm bu hainlik dolu sürecin temelinde ciddi bir eğitim süreci varmış. Hani her hükümetin, her yeni Bakanın, her yeni ekibin oyuncak gibi oynadığı ve devletin elinin üstünde olması gerekirken, gelecekte var olma meselemiz olan ama böylesi önemli bir konunun bir cemaatin veya grupların eline teslim edilen bir eğitim varmış. Ve o eğitimle yetişen birkaç jenerasyonun kısa sürede nasıl bir silah haline getirildiğini gördük.
Hani bir bilim insanının dediği gibi: “Bana bir çocuk verin, onu eğitimle isterseniz bir dahi, isterseniz bir cani yapayım”… Evet, eğitimin tek başına bir kavram olarak kutsanacak bir konu olmadığını, eğitim kelimesinin tek başına çözüm olmadığını gördük. Tüm bu acı olaylar bize bilim ışığında, sorgulayan, analitik temelli, evrensel değerlerin merkezinde olduğu bir eğitim modeli olmadığı sürece adı göstermelik eğitim olan, sınıf veya okul sayısı istatistiklerinin her zaman gerçek bir eğitime yetmediğini göstermiştir. Ülke ve millet olarak en değerli şeyimiz nedir? Sanayimiz mi, tarım değerlerimiz mi? Nedir bizim en önemli şeyimiz? Elbette en değerli şeyimiz bizi geleceğe taşıyacak olan insanımızdır, gençlerimiz ve evlatlarımızdır. Peki, çocuklarımıza bu kadar büyük bir rol ve sorumluluk verirken, onların bu yükü taşımasına destek verecek olan eğitimi layıkıyla verebiliyor muyuz? Gördük ki, böylesi önemli bir konu birilerine havale edilince bu kadar oluyormuş. Artık gördük ki, ülkemizin en önemli, konusu eğitimdir. Mersin Ticaret ve Sanayi Odası olarak bu konuya harcadığımız emeğin ve zamanın ne kadar yerinde olduğunu bir kez daha görüyoruz. Yeter ki eski hatalardan ders alalım. Ülkenin eğitimini kurgularken sadece bu terör örgütü veya örgütlerinin parçası olan okulları kapatmak ve sözde eğitmenleri bu camiadan temizlemek yetmez. Bunlar elbette titizlikle yapılmalıdır. Ancak, asıl yapılması gereken gerçek öğretmenlerin vasıflarını arttırmak, öğretmenleri yetiştiren kurumların çağa göre yeniden düzenlenmesi ve eğitim müfredatının çocuklarımızı ve gençlerimizi yeni dünyanın ekonomik ve teknolojik gerçeklerine ve beklentilerine göre yetiştirebilmesidir. Daha önce dediğimiz gibi; siyaset üstü, partiler üstü bir yaklaşımla, uzun vadeli bir devlet politikası olarak bilimsel bir şekilde kurgulanmış, kişiden kişiye değişmeyen, hükümetten hükümete dokunulmayan, bilimsel, analitik, sorgulayan, yaratıcı, evrensel değerleri kendi öz kültür ve inanç kodlarımızla çağdaş bir şekilde buluşturan, demokrasi ve hukuk düşüncesini bireylere veren bir eğitim sistemi milletimizin ve devletimizin varlığının sigortası olacaktır. Ülkemiz ve milletimiz için her konuda tasarruf yapabiliriz, kısıntı yapabiliriz, kemerleri sıkıp her alanda fedakarlık yapabiliriz. Ama eğitim hariç. Bundan sonra eğitime harcanan her emek her para bu hedefler doğrultusunda yerinde harcanmış demektir.
G-20 Çin’de yeni hedefler koydu
Çin’de düzenlenen G-20 liderler zirvesi küresel anlamda yeni hedefler koydu. Yenilik ve yeni kelimesi en çok vurgulanan kelimeler oldu. Yeni küresel ilişkiler, yeni dinamikler, yeni güçler ve yeni umutlar… Özellikle G-20’de küresel eş güdüm ve küresel yönetişim kavramları aslında Birleşmiş Milletler ve benzeri küresel oluşumların – aslında sadece bir avuç gelişmiş ülkenin kontrolünde olan bu oluşumların - artık küresel sorunlara cevap veremediği ortaya çıkmıştır. Bugün dünyadaki savaşların, huzursuzlukların, ciddi çevresel sorunların ve küresel ekonomik adaletsizlik ve paylaşım sorunlarının arkasında bu oluşumlarda söz sahibi olan aynı devletleri görüyoruz. İronik olan ise sorunun nedeni olan bu devletlerden çözüm bekliyoruz. Bu konuda Sayın Cumhurbaşkanımızın “dünya beşten büyüktür” sözü aslında bu sorunu su üstüne çıkaran bir sözdü. Eğer bir sorun küresel bir sorunsa bu noktada her ülkenin bir sözü olmalı, bir söz hakkı olmalıdır. Çin’de yapılan G-20’de özellikle az gelişmiş ülkeleri gözeten bir kalkınma vizyonun ortaya çıkmasında bu çıkışın önemli olduğunu düşünüyorum. Aksi takdirde dünyanın gideceği yer hiç de aydınlık değildir.
Sözde dünyanın çeşitli sorunlarına çözüm olmak ve dünya barışını ve gelişimini tesis etmek adına kurulan 100 yıllık kurumların artık ne çevre sorunlarına, ne dünya barışına ne de küresel ekonomik dengesizliklere çözüm olmadığı aşikardır. Dünya daha etkin, daha adil oluşumlara ihtiyaç duymakta ve bunun tek yolu da tüm ülkelerin zengin-fakir, gelişmiş-az gelişmiş gibi yapay sınıflandırmalar yapılmadan yeni ve umut veren oluşumların tesisidir. Dünyanın artık gerçek anlamda umuda ihtiyacı vardır. Dünyaya umut veren oluşumlara ihtiyacı vardır. Görünen o ki, bu yeni oluşumun temelleri Asya’dan çıkacaktır. Ve görünen o ki, Türkiye bu oluşumun en güçlü parçası olacaktır. Türkiye olarak mülteci krizinde dünyaya verdiği insanlık dersiyle, 15 Temmuz’da Türk milletinin dünyaya verdiği demokrasi dersiyle gerçekten umut olmuştur. Biz bu rolü daha önce düveli muazzama denilen ülkelere Çanakkale’de ve Kurtuluş Savaşımızda vermiş ve o zamanda ezilenlere moral olmuştuk, rol-model olmuştuk. Sanırım dünya yeni bir şeylere gebe. Yeter ki bir eğitim alt yapımızla, vasıflı insan gücümüzle, bilime ve teknolojiye verdiğimiz önemle, hukuk ve evrensel değerlere olan bağlılığımızla Cumhuriyet ve demokrasiye olan tutkumuzla bu değişime hazır olalım. Çünkü talih hazır olana gülermiş.