Mersin Üniversitesi, Trakya Üniversitesi ve TOBB Üniversitesi akademisyenleri Mersinli işadamlarına Türkiye ekonomisinin mevcut durumu hakkında bilgi vererek geleceğe yönelik atılması gereken adımlar, alınması gereken önlemlerin ipuçlarını verdi. Akademisyenler işadamlarına dövizle borçlanmamaları ve öz sermayenin güçlü tutulması tavsiyesinde bulundu.
Mersin Ticaret ve Sanayi Odası (MTSO) , Tarsus Ticaret ve Sanayi Odası, Mersin Tarsus Organize Sanayi Bölgesi (MTOSB) ile Tarsus Ticaret Borsası işbirliğinde MTOSB Toplantı Salonu’nda Ekonomi Sohbetleri düzenlendi. Sohbette MTSO Danışmanı ve Trakya Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sadi Uzunoğlu Ekonomi ve döviz kurlarındaki gelişmeleri anlatırken Mersin Üniversitesi İdari İktisadi Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi, TOBB Mersin İli Akademik Danışmanı Prof. Dr. İsmail Tuncer, Türkiye’nin yeni ekonomik koridorları hakkında bilgi verdi. TOBB ETÜ Öğretim Üyesi Doç. Dr. Burak Bilgehan Özpek ise Türk dış politikası ve Ortadoğu konulu bir konuşma gerçekleştirdi.
Mersin Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Ahmet Çamsarı, MTSO Başkanı Şerafettin Aşut, Tarsus Başkanı Ruhi Koçak, Tarsus Ticaret Borsası Başkanı Murat Kaya’nın yanı sıra Oda ve borsa yönetim kurulu üyeleri ile üniversite öğrencilerinden oluşan kalabalık bir grubun takip ettiği toplantının açılış konuşmasını MTSO Başkanı Şerafettin Aşut yaptı. Konuşmasında ekonominin önemine değinen Aşut, “Ülkemizin temel gündemi seçim değil, ekonomi olmalıdır” dedi. Seçimin bir günlük olay ekonominin ise bir ülkenin geleceği olduğunu vurgulayan Aşut, “Sağlam bir ekonomi sosyal huzurumuz ve zenginliğimizdir.Yapay seçim gündemleri bunu unutturmamalıdır.İş dünyası; her gün seçim anketlerinin virgülle ifade edilen artışlarını veya azalmalarını dinlemek istemiyor. İş dünyası ve sanayici, KOBİ’lerin üretiminin önündeki engellerin kalması ile ilgileniyor. İş dünyası; seçimin kişisel kavgaları ile uğraşmak yerine ulusal ve küresel rekabet gücünü arttıracak yapısal reformların tamamlanmasını bekliyor” dedi. Günümüzde bir OSB’nin otoban bağlantısının artık seçim vaadi olmaması gerektiğine vurgu yapan Aşut, “Bunun 2015’te yapılmamış olması, olsa olsa ülkemizin utancı olmalıdır” değerlendirmesini yaptı.
“Dünyanın yeni konjonktürü yeni fırsatlar yaratmaktadır”
Dünyanın yeni konjonktürünün yeni fırsatları beraberinde getirdiğini anlatan Şerafettin Aşut,
ABD ve AB’nin, hatta gelişmiş Asya ülkelerinin dahi tek başına yükselen pazarlarda bir şey yapamayacağını söyledi. Türkiye’nin ise bu ülkelerin artan şekilde stratejik ortağı haline geldiğini kaydeden Aşut, “Merkezinde bulunduğumuz yükselen pazarlara tarım-gıda ürünü satmak isteyenler Mersin tarım-gıda firmaları ile çalışmak zorunda kalacak. Bu pazarlara sanayi üretimi yapmak isteyenler Mersin ve bölgenin sanayicisi ile çalışmak zorunda kalacak, belki de firmalarımıza ortak olmak isteyecekler” dedi. Buna firmaların hazırlıklı olması gerektiğine işaret eden Aşut, bunun için firmaların kurumsallaşmalarını tamamlaması gerektiğini anlattı. Markalaşmanın tamamlanması, insan kaynaklarının donanımlı hale getirilmesi gerektiğini dile getiren Aşut, “Bu yapılırsa küresel firmaların önüne daha güçlü çıkılır. Küresel yatırım fırsatlarında, yabancıların taşeronu değil; eşit ortağı olmalıyız.
Bu ülkelerin hamallığını yapmamalıyız” ifadelerini kullandı.
Artık sanayide ileri teknoloji, ar-ge, yenilikçilik, patentleşmenin konuşulması gerektiğini kaydeden Şerafettin Aşut, “2015 yılında seçimi, alt yapıyı, yolu, kaldırımı veya OSB’nin elektrifikasyon eksiklerini konuşmamalıyız” dedi.
Uzunoğlu: “Sermaye hareketleri artık bizim gibi ülkelerden yana değil”
Ekonomi ve döviz kurlarındaki gelişmeleri anlatan MTSO Danışmanı ve Trakya Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sadi Uzunoğlu, Türkiye’de yaşanan döviz kurlarındaki dalgalanmaların sebeplerini özetledi. Türkiye üretiminin yaklaşık yüzde 65’inin ithalata bağımlı olması nedeniyle kurların büyük önem taşıdığına dikkat çeken Uzunoğlu, son dönemlerde yaşanan kur hareketlerini şöyle anlattı:
“2007’de küresel kriz başladığında gelişmiş ülkeler çözümün de küresel olması gerektiğini söyledi. İlk olarak kurtarma operasyonları yaparak bankalarını kurtarma yollarını aradılar. İkinci olarak parasal genişleme yapalım diyerek faizleri aşağı düşürelim, para basıp ekonomiye sıcak para verelim dediler. Amaç ekonomide talebin artması, insanların daha çok kredi kullanması ve ekonomiyi ayağa kaldırmaktı. Amerikan Merkez Bankası’ndan piyasalara 4,2 trilyon dolar para girişi oldu. Avrupa Merkez Bankası bilançosunu 5 yılda 2,5 ile çarptı. Japonya bilançosunu 3 ile çarptı. Dünya böyle bir para görmedi. Ama Amerika ve Avrupa’da insanlar borçlu olunca kredi alamadı ve basılan her para düşen her faiz finans kesimine gidince borsalar şişti. ABD’de faizler yüzde 1, Avrupa’da 1-1,5 civarındayken Türkiye gibi ülkelerde 8-10-15 gibi faiz verilince para da bizim gibi ülkelere akmaya başladı ve korkunç bir para girişi oldu. Bizim gibi ülkeler de bu para hep gelecek varsayımıyla hareket etti. 2013 Mayıs ayında dolar 1,8 TL’ydi. Ardından Amerikan Merkez Bankası Başkanı tüm dünyaya verdiğimiz doları yavaş yavaş geri toplayacağını açıklayınca bizim gibi ülkelerde para şoka girdi. Önce hisse senedi piyasasından çıktılar tahvil piyasasındaki yatırımlarını azalttılar. Bizim gibi ülkelere gelen para azalınca artık çıkma olanakları da azalacağından biran önce ellerindeki bonoları, tahvilleri hisseleri satıp parayı faizi yükselen Amerika’ya doğru götürmeye başladılar. Bu hareket de otomatik olarak doları yükseltti.”
Türkiye’de mevcut durumda dolaşan tüm banknotun 80 milyar TL’ye denk geldiğini anlatan Uzunoğlu, artık paranın ülkeden çıkmasının ekstra sıkıntılar getirdiğini 5 milyar dolar dahi çıksa ekonomi üzerinde çok ciddi etki oluştuğunu söyledi. Dolayısıyla kurların yükseldiğine dikkat çeken Uzunoğlu, “İstatistiklere bakınca Ocak 2014’te dolarda hafif bir rahatlama var ama sonra yine piyasalardan para çıkışı hızlanmış. Ocak sonunda dolar 2.34’e geldi. Bu dönemde Merkez Bankası eğer faizleri 4,5’tan 10,5’a getirmese doların bugünkü değeri 3,5-4 civarı olurdu. Yani Mart seçimlerine Türkiye 2,8 – 2,9 kurla girseydi ülkenin siyasi atmosferi değişirdi. Merkez bankası adeta ekonomi yönetimini ipten aldı” değerlendirmesini yaptı.
Geçen yıl 5. aydan sonra dövizde rahatlama olduğunu ancak kısa sürdüğünü ve tekrar yukarı yönlü hareketle doların 2.20’den 2,70’lere geldiğini anlatan Uzunoğlu, “Döviz kurunu belirleyen sermaye giriş çıkışıdır ve sermaye hareketleri artık bizim gibi ülkelerden yana değil” dedi.
“Yeni bir dönem geliyor öz kaynaklarınızı güçlendirin”
İşletmelerin ciddi riske girdiği bir dönem yaşandığını, nakit akışının kalmadığını anlatan Sadi Uzunoğlu, bu dönemde mutlaka risk yönetiminin öğrenilmesi gerektiğini vurguladı. Krizin dövizden yada kur farkından geleceğinin düşünüldüğünü kaydeden Uzunoğlu, “Dolar 3 lirayı sepet ise 2,90’ı geçtiğinde bankalar TL kredilerini de durdurur. Birden TL’nin kalktığını görürsünüz, TL de bulamazsınız” ifadelerini kullandı. “Bu nedenle şirket dışında tutulan gayrimenkulleri gelin likide çevirin, mutlaka öz kaynaklarınızı koruyun” uyarısında bulunan Uzunoğlu, “Yeni bir dönem geliyor. Firmalar şimdiden sarsılıyor. Şirketlerin ayakta kalması için önleminizi şimdiden alın” diye konuştu. Devletin uyguladığı teşvik sanayi politikalarının bir tarafa bırakılıp katma değeri yüksek sektörlere yönelenlerin teşvik edilmesi gerektiğini kaydeden Uzunoğlu, Ar-Ge’nin öne çıkarılması gerektiğini anlattı. “Tüm bunların arkasına eğitimi koyacağız. Eğitimi üretime yönelik hale getirmemiz lazım” diyen Uzunoğlu, işlerin çok zor olduğunu söyledi.
Türkiye’de nakit akışının bozulmasına da değinen Sadi Uzunoğlu, bunun sebebini “Nakit akışı bozuldu çünkü ekonomi yüzde 2-3 büyüyor” sözleriyle açıkladı. 2008-2009 yıllarında 14 milyar TL kredi verildiğinde üretimin 4 milyar TL arttığını hatırlatan Uzunoğlu, “2010-2012 yılları arasında bankaların 31 milyar TL kredisi sonrasında üretim 9 milyar arttı. Şimdi ise 54 milyar kredi veriyorsunuz üretim ancak 10 milyar TL artıyor. Şirketler neden büyümüyor çünkü borcu borçla kapatmak için kredi kullanıyor. Türkiye’nin büyüyemediği dönemlerde batık krediler de artıyor. Türkiye’nin büyümesi lazım” dedi.
Tuncer: “Bilgi seti yüksek, bilgi üreten ülkeler kazanır”
Türkiye’nin yeni ekonomik koridorları konulu konuşmasında bilginin önemine değinen TOBB Mersin İli Akademik danışmanı ve Mersin Üniversitesi İdari İktisadi Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. İsmail Tuncer, bilgi seti yüksek, bilgi üreten ülkelerin kazanacağına değindi.
Günümüzde en zengin ülke ile en fakir ülke arasındaki makasın çok açıldığını, bunun temelinde de bilgi birikiminin yattığını vurgulayan Tuncer şunları söyledi:
“Son 200 yıldaki ekonomik büyüme büyük ölçüde verimliliğe dayanıyor. Bunun arksında da devasa bilgi birikimi var. Nedir bu bilgi birikimi? Ürünlerin nasıl üretileceğine ve neyi nasıl üreteceğimize dair bilgi. Elinizde ne kadar çok üretken bilgi parçacığı varsa o kadar çok bilgi üretebilirsiniz. Bu durumda daha fazla üretken bilgiye sahip ülkeler daha çeşitli mal ve hizmet üretebiliyor. Örnek Japonya. Beceri bilgi seti düşük ülkeler ise geleneksel ürünleri üretmeye devam ediyor. Bunun örneği de Pakistan. Biz buna ekonomik karmaşıklık analizi adı veriyoruz.”
Sıradanlıkla ihracat arasında negatif ilişki bulunduğunu dile getiren Tuncer, Amerika, Japonya gibi ülkelerin sıradanlığı düşük ama çeşitliliği yüksek ürünler ürettiğini, Afrika gibi ülkelerin ise sıradanlığı yüksek çeşidi az ürünler ürettiğini anlattı. Türkiye’nin ortalarda bir yerde bulunduğunu ifade eden Tuncer, Türkiye’nin ihracat serüvenini şöyle özetledi:
“1995-2013 yılları arası Türkiye’nin ihracatı nasıl gelişti? Başlangıçta daha az çeşitlilikte ürün ihraç edilirken zamanla yeni ürünler devreye girdi. Aynı üründen çok sayıda üretmek işi çözmedi. Daha çok hiç üretmediğimiz bir ürünü nasıl üreteceğiz ya da bunun bilgisini nasıl alacağımızı araştırmalıyız. Kore’ye bakınca 1968’de ihracat yapısı bize benziyor. O dönemde biz tarım ürünleri onlar ise daha çok tekstil ürünü ihraç ediyordu. Ancak 2013’e geldiğimizde Kore’nin ihracatı 1968’le tamamen ilgisiz daha önce hiç üretilmeyen, teknolojik ürünler devreye girmiş.”
Başarının yeterli bilgi birikimiyle, donanımla geleceğini, yeterli imkanlar setine sahip olamayan ülkelerin ise tedarik zincirinde bir yere eklemlenerek katmadeğer yaratabileceğini vurgulayan Tuncer, “Dolayısıyla ticaret artık kelime bazında değil harf, hece bazında yapılabilir hale geliyor. Bu da bir avantaj. Dolayısıyla düşük beceri setine sahip olanlar değer zincirinin bir tarafına eklemlenerek bu gelişmesini sürdürebilir” ifadelerini kullandı.
Türkiye’de sanayinin büyük kentlerden Anadolu’ya yayılmaya başladığını da anlatan İsmail Tuncer, bu şehirlerin imkanlar setini geliştirmek için stratejik altyapı destekleri verilmesi gerektiğini söyledi. Desteklerin altyapı desteği şeklinde olması gerektiğini vurgulayan Tuncer, bunun da otoyollarla sağlanabileceğini anlattı.
Özpek: “2002-2010 arası dış politikada efsane yıllar”
Türk dış politikası ve Ortadoğu konulu sunumunda 2002 – 2010 yılları arasını ‘Türkiye’nin dış politikada efsane yılları’ olarak tanımlayan TOBB ETÜ Öğretim Üyesi Doç. Dr. Burak Bilgehan Özpek, Bu dönemde Ortadoğu ile Türkiye’nin yakın siyasi ilişkiler kurduğunu, ticaret odaklı diyalog kurma yolunu seçtiğini söyledi. 2010’da ise bir kırılma noktası yaşandığını Arap baharı sonrasında Türkiye içn yeni bir rolün ortaya çıktığını anlatan Özpek şunları söyledi:
“Türkiye kendisine yeni bir rol atfetti. Kadim Ortadoğu diktatörleri düşerken bu ülkeler demokrasiye geçiş süreci yaşarken Türkiye’nin oynayabileceği bir rol olduğu düşüncesiydi. İlginç bir şekilde bir hipotez öne sürmeden Arap baharıyla devletler kadim diktatörlerden kurtulup demokrasi sürecine girerken Türkiye’de başka gelişme oldu. Arap baharı hızlandıkça Türkiye’de iç politikada otoriterleşme eğilimi arttı. 2010’a kadar Ortadoğu’ya batılıların girmesine engel olan Türkiye, yön değiştirip NATO ile Suriye’ye girebileceğini söyledi.”
Türkiye’nin dış politikasına ilişkin nasıl bir gelecek olacağı noktasında yorum yapmanın ise mümkün olmadığını ifade eden Özpek, “Suriye Cumhurbaşkanı Beşar Esed kalacak mı? Irak diye bir ülke var olacak mı? Mısır’da bir muhatap bulacak mıyız hiçbir şey belli değil” dedi.