19 Mart Cumartesi günü Mersin Ticaret ve Sanayi Odası olarak, Mersin Büyükşehir Belediyesi, AKİB, Akdeniz Ziraat Odası, TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası Mersin Şubesi iş birliğinde belki de kentimizin, bölgemizin ve ülkemizin en önemli konusu olan tarım konusunu önemli katılımcıların buluşması ile masaya yatırdık. Çok şey konuştuk ama sonunda ortaya çıkan en önemli ana fikir ve mesaj ne oldu derseniz: “Üretmezsek, tükeniriz” herkesin ortak mesajı ve düşüncesi oldu. Üretmeyen bir ülke fakir kalmaya mahkumdur. Üretmeyen bir ülke bağımsız olamaz. Üretmeyen bir ülkenin geleceği olamaz. Üretim sadece para kazanma, zengin olma konusu da değildir. Büyük Atatürk’ün en güzel ifadesiyle:“Çalışmadan, yorulmadan, üretmeden rahat yaşamak isteyen toplumlar; önce haysiyetlerini sonra hürriyetlerini ve daha sonra da istiklal ve istikballerini kaybetmeye mahkumdurlar.”Bundan dolayı, ÜRETİM ülkemizin ana gündemi olmak zorundadır.
Tarım olmadan sanayi ülkesi olamayız
Cumhuriyetimizin kuruluş günlerindeki o ruh ve üretim seferberliği yeniden canlanmak zorundadır. Üretmek denince her alanda bir üretimden bahsediyoruz. Yerli ve milli bir üretimden bahsediyoruz. Sanayide üretim, tarımda üretim, teknolojide üretim… Ancak, tüm bunların içinde ihmal edilen bir tarım üretimimiz var. Ne yazık ki 80’li yıllara kadar ciddi bir tarım ülkesi olan Türkiye, kendi buğdayını, şekerpancarını, pirincini, baklagillerini, ayçiçeğini, pamuğunu üreten Türkiye, bugün bir ithalatçı durumundadır. İthal ettiğimiz tarımsal ürünlerin bir kısmını yeniden işleyip ihraç ediyoruz, katma değer yaratıyoruz diyebilirsiniz. Doğrudur, ama yediğimiz ekmeğin buğdayı bile dışarıdan geliyorsa, burada bir yanlışlık var demektir. 80’li yıllardan sonra hızlanan sanayi hamlesini birileri “sanayi ülkesi olmak için tarımdan çıkmak lazım” olarak anladı ve anlattı. Ülkenin ekonomi politikaları bu yanlış düşünceye dayalı üretildi. Belki birileri tarafından bu politikalar dayatıldı. Tarım desteklerinin bütçedeki payı her geçen yıl azaltıldı. Tarım ve hayvancılık politikalarının oluşturulmasında; çiftçimizin, Türkiye’deki tarım ve hayvancılık sektörünün uzmanlarının, ülkemizin bilim insanlarının, akademisyenlerinin düşünceleri yerine, küresel tarım-gıda tekellerinin, ulusal sermayenin rapor, görüş ve yönlendirmelerine göre politikalar üretildi.
Traktör üreten bir Türkiye kendi gübresini üretemez mi?
Sözde tarımı önemsiyorsak, neden bütçe içindeki payı bu kadar düşük ve her geçen gün düşüyor. Öte yandan; sanayileşmek için tarımdan çıkmak zorunda değiliz ki. Aksine, tarımda güçlü bir ülke olmadan gerçek sanayileşmiş bir ülke olamayız. İşte bugün geldiğimiz durum: Bir zamanlar üreticisi olduğumuz ayçiçek yağı için toplumsal kriz yaşanıyor. Türkiye tarımda bunu hak etmiyor. Bu kabul edilemez. Tarımda geri kalan Türkiye, doğal olarak hayvancılıkta ve tarıma dayalı sanayide de geri kaldı. Tarım ve gıdanın ulusal bir güvenlik sorunu olduğunu anlamak için pandemiyi yaşamak mı gerekiyordu? Rusya-Ukrayna savaşını mı beklemek gerekiyordu? İthalata dayalı bir tarım-gıda- hayvancılık modelinde, yerli üretimi ve üreticiyi yok edercesine yanlış politikaların uygulandığı bir modelde, bir de buna ülke ekonomisinin sorunları eklenince, bu tarımsal ürün ve gıda fiyatlarının aşırı artışını seyretmemiz mi gerekiyordu? Tarımdan uzaklaşmanın olumsuz sosyal etkilerini görmüyor muyuz? Tarımdan uzaklaşan, tarımı öncelik yapmayan, yerli üretimi ve üreticiyi desteklemeyen bir yaklaşımın ne büyük ekonomik ve toplumsal sorunlar yarattığını göremiyor muyuz? Rusya’dan gelecek ay çiçek yağı taşıyan gemiyi bekliyoruz… Neden Trakya Bölgesini tekrar ayçiçek tarlaları ile donatmıyoruz? Engel olan mı var? Buna dayalı yağ ve yem sanayisini neden desteklemiyoruz? Neden ana yurdu Anadolu olan buğdayı tekrar toprağımızla buluşturmuyoruz? Neden baklagillerin cenneti olan Türkiye’yi eski üretim gücüne kavuşturmuyoruz? Bereketli Çukurova’nın pamuğuna ne oldu? Pamuk gidince, yağ tesisleri gitti. İplik ve tekstil üretimi bitti, fabrikalar kapandı. Demek ki tarım olmayınca, sanayi de olmuyormuş. Neden şeker pancarı ve buna dayalı sanayiyi yok ettik? Önce yem fabrikası kapandı, sonra şeker fabrikaları kapandı. Kim istedi bunu? Neden gübremizi kendimiz üretmiyoruz? Neden kimyasal ilaç lobilerine kurban ediliyoruz? Ekonomi bir yana, bir de halkın sağlığıyla oynanmasına izin veriyoruz. Neden hayvan yemini, samanı bile ithal ediyoruz? Bunlar üretecek kapasitede bir ülke değil miyiz? Traktör üreten ve tarım makineleri üreten, hatta bu konuda rekorlar kıran bir Türkiye, neden gübresini, yemini üretmiyor? Avrupa Birliği ülkelerinde çiftçiler, hayvancılık yapan köylüler ve yatırımcılar, süt üreticileri, birçok tarımsal üründe desteklenirken, zararları karşılanarak, sübvansiyonlar verilerek toplumun ihtiyacı olan hayati ürünleri üretmeleri sağlanırken; biz neden bunu yapamıyoruz? Avrupalılar her şeyi ithal etmeyi bilmiyorlar mı? Neden kendi yerli üretimlerini sürekli destekliyorlar?
İthal girdilere dayalı bir tarım sürdürülebilir değildir
Bu sorunların ortaya çıkmasının hepimiz tarafından bilinen görünür nedenleri var elbette; ama konuşulmayan nedenleri de var. Görünen nedenler bellidir; ülke ekonomisinin yaşadığı sorunlardan dolayı, güçlü bir ekonomi tesis edemememizden dolayı ortaya çıkan kur krizi, enflasyon ve faiz sarmalı girdi maliyetlerini aşırı arttırıyor. Değer kaybeden Türk Lirasıyla alım gücümüz eriyor. Akaryakıttan gübreye, tohumdan sulamaya, yem maliyetinden iş gücü maliyetlerine kadar tüm girdi maliyetleri düşünüldüğünde, bu maliyetlerdeki aşırı artış göz önünde tutulduğunda, yerli üreticinin sürdürülebilir bir tarım ve hayvancılık üretimi yapabilmesi imkansız hale geliyor. Tüm bu girdilerde; yerli üretimin olmaması; yani, ithalata dayalı bir girdi sistemi bizi dışarıya bağımlı hale getiriyor. Türkiye’nin bunları üretecek bilgisi ve teknolojisi vardır. Neden kullanmıyoruz? Neden plansız bir sistem içindeyiz. Çiftçi üretiyor ama bu girdi fiyatları ile para kazanamıyor. Çiftinin kendisi de her geçen gün fakirleşiyor, yatırım yapamıyor ve dahası yaşlanan bir kırsal demografide, hem çifti sayısı azalıyor, hem de yeni nesiller tarımdan uzaklaşıyor. Tarımın istihdama katkısı böylece her geçen gün geriliyor.
Üretim şart, planlı ekonomi şart…
Peki, bu sorunların ortaya çıkmasının görünmeyen nedenleri nelerdir? Elbette bu siyasi bir kararlılık konusudur, bir tercih konusudur. Artık, siyaseten bu karar verilmelidir. Türkiye bir zamanlar, 50’li yıllarda olduğu gibi kendisine dayatılan “senin üretmene gerek yok biz sana veririz” masalına inanmaya ve uymaya devam mı edecek, yoksa yerli üretimi ve üreticiyi destekleyerek, tarım ve gıda güvenliğini sağlayan, toplumuna tarım ürünlerini ve gıdayı ucuz, sağlıklı ve sürdürülebilir şekilde sağlayan bir ülke mi olacak? Türkiye; tarım, gıda ve hayvancılıkta üretim yapıyormuş gibi mi yapacak; yoksa tarımda ve hayvancılıkta üreticinin ihtiyacı olan destekleri vererek, Türkiye’yi yaşanan tarım, gıda krizlerine karşı koyabilen güçlü bir ülke mi yapacak? Sorun bu kararı vermektir. Devletimiz büyüktür ve güçlüdür. Önemli olan, ülkenin ekonomik yatırım politikalarında öncelikleri belirlemektir. Ülkemizin önceliği tarımdır, hayvancılıktır, gıdadır, sanayidir, yüksek teknoloji bir endüstridir; yani öncelik ÜRETİMDİR, PLANLAMADIR. Bukonferans ÜRETMEK isteyen Türkiye’nin sesidir, çığlığıdır. Ülkemiz vatan sevgisiyle, güçlü girişimci ruhuyla, üretmek isteyen Türk insanıyla doludur. Lütfen bu sesi duyun, bu çığlığa kulak verin. Biz üretmek istiyoruz…