Son birkaç yıldır yazılarımızda Türkiye’nin büyüme stratejisinden çokça bahsettik. Nasıl büyümemiz gerektiğini, sorguladık. İster akademisyen, ister bürokrat, isterse iş insanları olsun, akl-ı selim herkes üreterek büyümek zorunda olduğumuzu ve bu üretimin kalite, verimlilik ve katma değerinin ise kaliteli insan kaynağına ve orta-üstü ve yüksek teknolojili bir üretime bağlı olduğunu kabul ediyor.
Eğer nüfus anlamında 10-15 milyonluk küçük bir ülke iseniz sadece birkaç hizmet sektörüne bağımlı bir ekonomi ile idare edebilirsiniz. Veya sadece birkaç tarımsal ürüne dayalı bir ekonomi insanınızın ihtiyacını görebilir. Sadece turizm küçük bir devlete yetebilir. Ancak, nüfusu 80 milyona yaklaşan ve çok yakında 100 milyonluk bir nüfus projeksiyonunun yapıldığı bir Türkiye’de; hele hele bu nüfusun yarısını 30 yaş altı genç bir nüfusun oluşturduğu bir Türkiye’de sadece turizm, tarım veya ranta dayalı bir ekonomi ile ne toplumsal zenginliği ne de toplumsal huzuru sağlayabilirsiniz. 80 milyonluk bir nüfusa yaklaşan ve yer altı zenginliği olmayan bir Türkiye’nin zenginleşebilmesinin, cari açığını kapatabilmesinin, milli gelirini arttırabilmesinin, ekonomik büyümeyi devam ettirebilmesinin tek yolu üretmektir.
İlköğretim öğrenci sayımız Yunanistan’ın nüfusu kadar
Yunanistan’ın nüfusu kadar ilk öğretim öğrencisi olan bir Türkiye’den bahsediyoruz; 37 milyon 30 yaş altı istihdam bekleyen genç bir nüfustan bahsediyoruz… Böylesi bir nüfusu zenginleştirebilmenin, adil bir gelir dağılımı sağlayabilmenin, toplumsal huzuru sağlayabilmenin tek yolu üretmektir. Finans ve turizm gibi hizmet sektörleri veya tarım gibi artık ulusal güvenlik konusu haline gelen sektörler elbette çok önemli. Ancak bunlar Türkiye gibi yoğun nüfusu olan ülkeleri tek başına alıp yukarılara taşıyacak sektörler değil. Bunlar uluslararası ilişkilere, suyun varlığına, doğa olaylarına ve iklime dayalı kırılgan sektörler. Basit bir kuraklık veya yağmurdaki azalma o yılın tarımsal üretimini mahvedebilir. Basit bir huzursuzluk veya bir terör olayı tüm turizm rezervasyonlarının iptaline neden olabilir. Dahası bu sektörler sezonsal olduğundan istihdamda süreklilik yaratmayan sektörlerdir. Bizim kırılgan olmayan sürdürülebilir bir ekonomik sisteme ihtiyacımız var.
Üretimden uzak çevre ülkelerin durumundan ders almalıyız
Bu anlamda üretmek sürekli istihdam demektir; üretmek zenginliğin tabana yayılması demektir; üretmek katma değer yaratmak ve cari açığı kapatmak demektir; Üretmek büyümek demektir. Çevremizde yaşanan siyasal ve sosyal huzursuzluklara, ayaklanmalara, hatta iç savaş durumuna gelmiş olan sıkıntılara baktığımızda aslında bu ülkelerin üretimden uzak, insan kaynağını kullanamayan ülkeler olduğunu görüyoruz. Sanırım bu bir tesadüf değil. Cumhuriyet tarihimiz boyunca sürekli büyüyen bir ekonomi olmuşuz. Ancak, gelir dağılımındaki dengeyi bir türlü tutturamamışız. Sanayileşmede çok geciken Osmanlı Devletinin taklide dayanan sanayileşme çabası yetmemiş. Cumhuriyetle büyük atılımlar yapılmış ama savaşlarla insan kaynağını neredeyse sıfırlamış bir ülkede, girişimci kültürünün olmadığı bir ülkede, dünya ekonomisine henüz entegre olmayan bir ülkede yine de sanayinin ve üretimin temelleri atılmış. 30’lu yıllara kadar yeni bir devletin kuruluş dönemi, 39 yılında gelen büyük ekonomik kriz, ardından başlayan 2. Dünya savaşı ve soğuk savaş dönemi… Adeta mengene içinde bir ülke. Ancak, hangi düzeyde olursa olsun hep üreterek basamak atlamışız. Bu gün dünyanın 17. Büyük ekonomisiyiz ama bu noktaya üreterek geldiğimizi unutmuş gibiyiz. İşin ironik yanı devletimizin bu konuda sanayi ve üretim stratejileri olmasına rağmen bu alandaki destek ve vizyon her geçen gün azalıyor gibi. Bu bizim yorumumuz değil, rakamların gösterdiği bir gerçek.
İstihdamı azalan bir sektör etkinliğini kaybediyor demektir
İmalat sanayinin istihdamdaki artışa verdiği destek giderek azalıyor. İmalat sanayinin artış oranı Şubat 2014 itibariyle genel artış oranının altında kaldığını görüyoruz. Geçtiğimiz haftalarda TEPAV İstihdam İzleme Bülteni’nin 27. sayısı yayımlandı. Bültene göre, Türkiye genelinde sigortalı ücretli sayısı Şubat 2014’te geçen yıla göre 738 bin yani yüzde 6,3 artarak 12 milyon 486 bine ulaştı. İstihdamın en fazla arttığı ilk 10 sektörün 2’sini inşaat, 7’sini hizmetler sektörü oluştururken, imalat sanayiden sadece giyim eşyaları imalatı sektörü ilk 10’a girebildi. İmalat sanayi sektörlerinde istihdam geçen yıla göre 149 bin (yüzde 4,5), geçen aya göre ise 15 bin (yüzde 0,4) arttı. Bu artışlar sonucu imalat sanayi istihdamı 3 milyon 478 bine ulaştı. Sigortalı ücretli istihdamındaki genel artış yüzde 6,3 olurken, imalat sanayinin artış oranı yüzde 4,5’te kaldı. Son yıllardaki bu eğilim nedeniyle Şubat 2009’da yüzde 30,2 olan imalat sanayi istihdamının toplam istihdam içindeki payı yüzde 27,9’a geriledi. İşte sorun budur. İstihdamı azalan bir sektör etkinliğini kaybediyor demektir. Eğer bu sektör ülke ekonomisinin omurgası olan üretim ve imalat sektörü ise bunu iki kez düşünmek gerekir.
Kadın istihdamı da geriliyor
İmalat sanayinde istihdam edilen sigortalı ücretli kadın sayısı geçen yıla göre yaklaşık 49 bin (yüzde 6,6), geçen aya göre ise 3 binin (yüzde 0,4) üzerinde arttı. Bu artışlar sonucu kadın istihdamı 787 bine ulaştı. Ancak imalat sanayi istihdamının genel trendinden kadınlar da etkilendi. İmalat sanayinde istihdam edilen kadınların genel kadın istihdamındaki payı 2009-2014 döneminde yüzde 25,8’den yüzde 24,4’e geriledi. Nüfusumuzun yarısını kadınlarımız oluşturuyor. Kadınlarımızın genel anlamda ekonomiye entegrasyonu çok zayıf. Gelişmiş dünyada bu oran %60’larda amam bizde sadece %26’larda. Yani, her dört kadından sadece biri ekonominin içinde. Bu bir kaynak israfıdır. Tek zenginliği insanı olan bir ülkenin böyle bir israf hakkı olamaz. Söz konusu üretim olduğunda bu oran daha da azalmaktadır. Bunun mesleki eğitimden, önyargılara, aile kültüründe güvenli çalışma ve ulaşım imkanlarına kadar bir çok nedeni olduğunu biliyoruz. Bence esas sorunlar bunlardır. Bunlar çözülmeden yek vücut bir kalkınma sağlayamayız.
İmalat sanayi işyerlerinin payı geriliyor; sanayisizleşiyor muyuz?
İmalat sanayinde faaliyet gösteren işyeri sayısı 2014 Şubat ayında geçen yıla göre bin 500 (yüzde 0,6) artarak 264 bine ulaştı. İmalat sanayi işyerlerinin toplam içindeki payı da 2009-2014 döneminde yüzde 19,1’den yüzde 16,5’e geriledi. Bu gelişmelerin sanayisizleşmenin istihdam, kadın istihdamı ve işyeri sayısına etkisinden kaynaklandığı İfade ediliyor.
Bunlar birkaç rakamın bize gösterdiği durumdur. Ekonomide moral ve motivasyon önemlidir ama realite daha önemlidir. Türkiye kağıt üzerinde aldığı kararları, teorilerde kalan stratejileri bir yana koyup artık kararını vermelidir. Rantla mı büyüyeceğiz yoksa kaliteli insan kaynağını üretime entegre ederek mi? Eğer realitenin gerçeği olan üretimle büyüyeceksek o halde buna uygun davranmalıyız. Mesleki eğitimden kobi desteklerine, sanayi sektörüne yatırım yapacak girişimcinin motive edilmesinde “üretim-bilgi”, “üretim- Ar-ge” ilişkisinin sağlanmasına kadar bir çok alanda daha samimi ve daha bilimsel çabalar göstermeliyiz. Aksi takdirde üretimden uzak ülkelerin başına gelenlere hazır olmalıyız. Çünkü, ekmeğin olmadığı yerde huzur olmaz.